Engin Deniz Akarlı ile Kitaplar ve Kütüphaneler Üstüne Kısa Bir “Sohbet”

İstanbul Şehir Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi dekanı, öğrencilerinin babası, yeri asla doldurulamayacak olan, çözüm odaklı ve güler yüzlü kişiliğiyle gönlümde apayrı bir yeri olan sevgili hocam Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı* ile 29 Mayıs 2016 Pazar günü kitaplar ve kütüphaneler üzerine sohbetimiz: Keyifli okumalar 🙂

 

Kevser Bayraktar (KB): İlk kütüphane deneyiminizi öğrenebilir miyim? Nerede yaşıyordunuz? Niçin gitmiştiniz?

Engin Deniz Akarlı (EA): Eskişehir. 1952-55 yılları. İlk okuldayım.  Annem, ağabeyimle beni alır, birlikte Halk Evleri Kütüphanesi’ne giderdik. Bir kitap ona, bir kitap ağabeyime, bir de bana alırdık. Okuyup bitince yeni baştan. . . Halk Evleri kütüphanelerinin Türkiye’de okuma zevkinin gelişmesinde  hayati bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

 

KB: Unutamadığınız bir ya da birkaç tane kütüphane anınızı paylaşabilir misiniz?

EA: Anı çok. Biri ortaokuldan. Şimdiki “Anadolu Liseleri”nin ataları, “maarif kolejleri”dir. 1955 yılında altı tane ile yola çıkılmıştı. Çok iyi okullardı. Ben de 1956’da Eskişehir Maarif Koleji’ne girdim. Okulda yeni bir kütüphane de kuruluyordu. Çok kitap yoktu ama olanı okuyanlardandım. Okul doktorumuz bir gün gelmiş, bize bakıyor. Kitap yapraklarını haşır huşur çeviriyoruz. Sitem etti. “Kitap yapraklarını şöyle köşesinden, yaprakların kenarından nazikçe tutarak usulca çevireceksiniz. Kitaba saygı göstereceksiniz. Sizden sonra kitaptan yararlanacak başkalarına saygı göstermiş olacaksınız” gibi sözlerle bize kitaba nasıl muamele edileceğini öğretti. O sözleri unutmadım. Kitaplara defterlere hatta kağıtlara hor muamele eden öğrencilerimle de yerine göre nazikane veya sert sözlerle bu tecrübemi paylaştım.

İkinci tecrübe, liseyi ve üniversiteyi okuduğum Robert Kolej’den. Sonra Boğaziçı Üniversitesi’ne geçen bu kütüphane, benim gözümde muhteşemdi, binasıyla (şimdi Boğaziçi Üniversitesi rektörlük binası), muhtevasıyla ve sağladığı imkanlarla. Sonra Amerika’ya gittim. Gördüğüm, çalıştığım üniversite kütüphaneleri  ve başka araştırma kütüphaneleri yanında bizim Robert Kolej kütüphanesi doğrusu pek sönük kaldı.

Üçüncü anım da Amerika’dan. Yıllar sonra bu kez çalışmak için gittiğimde Amerika’da yaşadığım her mahallede bir kütüphane vardı. Her şehirde bunlar işbirliği halinde çalışır ve mahallelilere yalnız kitap, dergi ve gazete değil aynı zamanda plak, kaset ve filim videoları verirlerdi. Takdir etmemek ve gıpta etmemek mümkün değil.

 

KB: Son dönemde en çok kullandığınız kütüphane hangisi?

EA: İtiraf edeyim, kendiminki.  İnsan bizim meslekte ister istemez epey kitap biriktiriyor. Bunların bir kısmı zaten temel referans kitapları. Çoğu kendi araştırdığımız ve öğrettiğimiz konularla ilgili. Bir kısmı da merak ettiğimiz konularda bir gün okumak ümidiyle aldığımız kitaplar. Kendi hesabıma konuşayım, layığınca dikkatli okunmamış ama okumak istediğim epey kitabım var.

Bir iş üstünde iken tabi başka kütüphanelere en çok da üniversitemizin kütüphanesine…

 

KB: İlk kütüphane deneyiminizden bugüne, farklı kütüphaneler görme ve deneyimleme fırsatı buldunuz. Bu süreçte kütüphanelere dair olumlu-olumsuz değişimleri değerlendirebilir misiniz?

EA: Bir ülkenin bilgili ve kültürlü insanlara sahip olması ile kütüphanelerinin zenginliği, erişilebilirliği arasında bir bağ vardır. Kütüphaneleri kuran ve yönetenler de kütüphanecilerdir. Yıllar boyunca tecrübe ve gözlemlerim bana kütüphanecilere karşı büyük saygı beslemeyi öğretti. Farklı ortamlarda ve farklı imkanlarla çalışan pek çok kütüphaneci tanıdım. Bunların  büyük çoğunluğu gerçekten saygın, saygıyı hak eden insanlar. İşlerini seviyorlar. Biraz da mesleklerinin doğası gereği titiz çalışan insanlar. Gelişmelere ayak uydurmakta istekli ve mahir oluyorlar. Okurlara yardım etmekten zevk alıyorlar.  Tabii istisnalar var ve maalesef bizde. Bazı eski memur kafalı kütüphaneciler, sanki kitapları okurlardan korumak için varlarmış gibi hareket edebiliyorlar. Ama, kütüphaneciler genelde bihakkın saygın insanlar.  Bu arada, tanıdığım en yetkin ve  örnek bir-iki kütüphaneciden birinin bizim Ayhan Kaygusuz beyimiz olduğunu söylemeliyim. İşini bilerek yapıyor. Çevresindeki diğer uzmanlar da gayet çalışkan ve kıymetli insanlar.

 

KB: Yurtdışındaki ve Türkiye’deki kütüphaneleri kıyaslayabilir misiniz?

EA: Hangi yurtdışından bahsediyorsunuz, önce bunu netleştirmek gerek. Ben bütün dünyayı bilmiyorum. Ama “Batı” adı altında genelleştirdiğimiz Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde, kitap okuma merak ve alışkanlığının hayatın doğal bir parçası haline gelmiş olduğunu biliyorum.

Son zamanlarda Türkiye’de de olumlu gelişmeler olduğu aşikar. Uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra yurda döndüğümde şunları sevinçle gördüm. Üniversitelerimiz bir yandan ellerindeki koleksiyonları zenginleştirip elektronik teknik ve donanımlarını geliştirirken, bir yandan da kitapları daha düzgün bir şekilde okurlarına sunmaya uğraşmışlar. Hükümet de bunun için gereken fonları tahsis etmek ferasetini göstermiş. Satılan, basılan ve okunan kitaplar da hem sayıca artmış hem de muhtevaları bakımından daha kaliteli ve çeşitli hale gelmiş. Ayrıca, yollarda pek çok genç ve orta yaşlı insanı kitap okurken görmek mümkün. (Benim gibi yaşlılar o kadar okumuyorlar. Ya gözleri bozulmuş ya da genç nesiller okumayı daha çok seviyor.) Bu insanlar da kendi minik kütüphanelerini kuruyorlar desek yersiz olmaz. Bunlar insanı sevindiren gelişmeler.

 

KB: Türkiye’de bir kütüphane kurma fırsatınız olsaydı, nelere dikkat ederdiniz? Mesela konumu nerede olurdu?  

EA: Bir etkim olsa, belediye idarelerini yerel kütüphaneler kurmaya özendirirdim. Belediyelerin elinde kaynaklar var. Mesela büyük masraflarla abuk sabuk konferanslar düzenliyorlar sonra da pahalı kağıtlara basıp dağıtıyorlar. Kaynak israfı. Üsküdar’ı düşünün. Normal olarak bütün mahallelerinde bir kütüphane olmalı ve bunlar Üsküdar merkez kütüphanesiyle işbirliği halinde çalışmalıydı. Oysa Üsküdar’da halka açık hiç bir kütüphane yok, benim bildiğim. İnşallah yanılıyorumdur.

 

KB: Türkiye’de ya da İstanbul’da verilen kütüphane eğitimlerini anlamlı ve yeterli buluyor musunuz? Deneme yanılma yoluyla mı öğrenilmeli?

EA: Bizde verilen kütüphanecilik eğitimi hakkında fazla bir fikrim yok. Fakat sorunuzun ikinci kısmı genel mahiyette. Elbette kütüphanecilik çeşitli teknik bilgilere ve teknolojik becerilere sahip olmayı gerektiren bir uzmanlık alanı. Kütüphaneci olmak isteyenlere bu ihtiyaçları karşılayan bir eğitim imkanı verilmesi lazım. Yoksa herkes tekeri yeniden keşfe kalkar. Ama her uygulamalı alanda olduğu gibi kütüphanecilikte de kazanılan bilgi ve beceri fiili tecrübeler sayesinde sindirilmeli, uyarlanmalı ve geliştirilmelidir.

 

KB: Kişisel kütüphanenizi nasıl oluşturmaya başladınız? Bu konuda ilham veren kimse oldu mu? Nelere dikkat ediyorsunuz ve önerileriniz neler olur?

EA: Tek tük kitaplar birikti., Ben gerçekten şanslıydım. İyi kütüphaneleri olan okullarda okudum, lise ve sonrasında. Bu bakımdan kitap biriktirmem gerekmedi. Fakat belli başlı referans kitaplarına daima ihtiyaç olacağı için gücüm yettiğince onları topladım. Amerika’da iken Türkiye’de bulamayacağımı düşündüğüm kitapları aldım ve memlekete taşıdım. Sonra Amerika’ya dönünce bu kez orada hemen bulamayacağım önemli Türkçe kitapları toplayıp oraya taşıdım. Sonunda bir baktım evin içinde kitaptan bize yer kalmıyor!

 

KB:  Ödünç kitap veriyor musunuz?

EA: Maalesef veriyorum, öğrencilerime veya genç meslektaşlarıma. Dayanamıyorum, nasılsa geri getirirler, diyor veriyorum. Ama öyle olmuyor. Kötü niyetle değil ama dalgınlıktan ve benzeri nedenlerle insanlar aldıkları kitapları iade etmeyiverebiliyorlar! Çok kitabım zayi oldu, böyle. Çoğu da kıymetli kitaplar.

 

KB:  Bir gün kişisel kütüphanenizi bağışlamayı düşünür müsünüz?

EA: Dergilerimi ve artık girmeyi düşünmediğim bazı konulardaki kitaplarımı Şehir’e bağışladım zaten. Vefatımdan sonra da okumaya düşkün olan kızım ve damadım istediklerini alırlar, gerisini yine Şehir’e verirler inşallah.

 

KB: Akademik çalışmalarınızı yaparken kütüphaneyi nasıl kullanıyorsunuz? Belli bir metodunuz var mı, yoksa konuya göre her seferinde değişiklik gösteriyor mu?

EA: Öteden beri geliştirdiğim bir usul var. Okuduğum, baktığım ve bakmak istediğim her kitabın (ve makalenin) künyesini bir karta yazarım, kitabı, dergiyi nerede gördüğümün bilgisi dahil. Kartları konular itibariyle kümeler kutulara koyarım. Birden fazla konuya ilişkin kitaplar için, üşenmem, fazla sayıda kart  hazırlarım. Aldığım notları da  dosya kağıtlarında yine konu konu tasnif ederek saklarım; kaynak bilgisini mutlaka dahil ederek. Arşivlerden veya başka kaynaklardan temin ettiğim belgeler için de aynı usulü izlerim.

Bilgisayar teknolojisi çıkıp geliştikçe benim bu usullerimin mantığı ve esası değil ama uygulanışı tabii demode oldu. Şimdi aynı işi bilgisayar ortamında yapmaya çalışıyorum, mümkün olduğunca. Tabii eski kart ve kayıtları tamamen bu yeni ortama aktarmak mümkün değil.

Vurgulamak için yineliyorum. Bir kaynağın künyesini tam ve doğru olarak kaydetmek kazanılması gereken bir adet olmalı. Refleks olarak yapacaksınız. Bir atladınız mı bir daha künye bulmak çok zorlaşabilir. İlk başta vermediğiniz üç dakika, yazınızı yazarken gerekli referansları verme noktasına geldiğinizde size saatler kaybettirebilir.  Notların düzenli tutulması da önemli. Hem dikkatli hem de muhafazasını kolaylaştırmak için tutarlı olarak belli formatta biçimde not almakta çök yarar vardır – ki sonra aradığınızı bulasınız. Kaynağı, bilgiyi kütüphanelerden temin etmişseniz, kütüphanenin adını da aldığınız not ve kayıtlarda belirtmek lazım.

Bu arada, kütüphane kitapları üstüne yazıp çizmenin ve işaretlemenin fevkalade bencil, saygısız ve sorumsuz bir davranış olduğunu da belirteyim. Kitaba saygısızlık ve başka okurlara saygısızlık. Bizim öğrencilerimiz bunu yapmazlar diye düşünüyorum.

 

 

*Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu olup (1968) yüksek lisansını Wisconsin Üniversitesi Tarih (1972), doktorasını ise Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Tarihi programlarında (1976) tamamladı. 1996’dan beri Brown Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı ve 2011’de İstanbul Şehir Üniversitesi kadrosuna katıldı. Harvard, Princeton, Washington (St. Louis) ve Ürdün Yarmouk üniversitelerinin başını çektiği çeşitli kurumlarda dersler verdi. Kitaplarından başlıcaları şunlardır: The Long Peace: Ottoman Lebanon, 1961­1920 (Berkeley: University of California Press, 1993), Ottoman Documents on Jordan (c. I-II, Amman: University of Jordan, 1989). Bazı kitap bölümlerinin başlıkları şöyledir: “Daughters and Fathers: A Young Druze Woman’s Experience (189497)”, Identity and Identity Formation in the Ottoman Middle East and the Balkans içinde, (ed.) Karl Barbir ve Baki Tezcan (Madison: University of Wisconsin Press, 2007), “Law in the Marketplace, 17301840”, Dispensing Justice in Islam: Qadis and their Judgments içinde, (ed.) M. Khalid Masud, Rudolph Peters ve David S. Powers (Leiden-Boston: Brill, 2006). Ayrıca birçok kitaba editörlük yaptı ve çok sayıda makale yayımladı.


Engin Deniz Akarlı ile Kitaplar ve Kütüphaneler Üstüne Kısa Bir “Sohbet”’ için 4 yanıt

  1. Engin hoca bitanedir gerçekten bilgi birikimi bakımından herkese çok yararlı olan birisi. Eline emegine saglıkkk:)

    Beğen

Yorum bırakın